UTAMER Analiz
Türk Boğazları, gerek jeopolitik konumu gerekse Rusların sıcak denizlere inme ideali açısından dünya siyaseti için büyük bir öneme sahiptir. Boğazlar üzerindeki Türk hâkimiyeti Sevr anlaşması ile geçici bir süre için ortadan kalkmıştır. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması sonucunda da Misak-ı Milli ile çok uyumlu olmayan bir Boğazlar rejimi tesis edilmiştir. Lozan Antlaşması ile birlikte hazırlanan ve Türk Boğazlarının statüsünü belirleyen sözleşmede; Boğazların silahsızlandırılması, güvenliğinin Milletler Cemiyeti tarafından Fransa, İngiltere, İtalya ve Japonya’ya havale edilmesi, Boğazlardan geliş-geçişlerin başkanı Türk olan uluslararası bir komisyon tarafından denetlenmesi gibi hususlar bulunmaktaydı. Bu noktada Boğazlar rejiminin Lozan Barış Antlaşması ile çözülemeyen sorunlardan bir olduğunu ancak Atatürk’ün, takip ettiği gerçekçi dış politika ile bu sorunu kısa süre içinde Türkiye’nin Misak-ı Milli hedefleri doğrultusunda çözdüğünü söylemek doğru olacaktır.
Türkiye, 1936 yılına kadar katıldığı tüm uluslararası toplantılarda, Boğazlar rejiminin değişmesi için girişimlerde bulunmuştur. İlk kez 1933 tarihli Londra Silahsızlanma Konferansı’nda Boğazlar rejimi ile ilgili sorunlarını gündeme getiren Türkiye, bu toplantıda istediği sonucu alamamıştır. 1934 senesinde Yugoslavya ile Bulgaristan’ın yakınlaşması ve Musollini’nin Asya ve Afrika’da ki emellerini yüksek sesle dile getirmesi üzerine Türkiye, konuyu Milletler Cemiyeti ve Balkan Antantı toplantılarında tekrar gündeme getirmiştir.
Milletler Cemiyeti’nin Boğazlar rejimi ile ilgili takip ettiği politika, İtalya’nın Habeşistan’ı işgali, Almanya’nın Ren bölgesini silahlandırması ve Avusturya’nın zorunlu askerliği tekrar uygulamaya alması ile değişikliğe uğramıştır. Zira tüm bu gelişmeler, Milletler Cemiyeti’nin takip ettiği dünya siyasetinin çöktüğünü ve dünyanın yeni bir savaşa sürüklendiğini göstermektedir. Nitekim bu şatlar doğrultusunda Milletler Cemiyeti’nin iki güçlü aktörü olan İngiltere ve Fransa’nın da Türkiye’ye karşı politikalarında zorunlu bir değişiklik ortaya çıkmıştır.
Türkiye tüm bu gelişmeler karşısında 11 Nisan 1936 tarihinde Lozan Antlaşması’na taraf olan devletlere birer nota göndermiş ve değişen dünya şartları doğrultusunda Boğazlar Sözleşmesinin değiştirilmesini istemişti. İngiltere Türk notasına olumlu cevap verince Fransa’da bu karara uymak zorunda kalmıştır.
22 Haziran 1936’da İsviçre’nin Montrö kentinde başlayan konferans ile Türk tezi kabul görmüş ve 20 Temmuz 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre; Barış zamanında ve Türkiye’nin taraf olmadığı savaş dönemlerinde boğazlardan herhangi bir ülkenin bayrağını taşıyan ticaret gemileri serbestçe geçebileceklerdir. Savaş zamanlarında ise Türkiye savaşanlardan biri değilse, savaş gemilerinin geçişine belli şartlarda izin verilecektir. Bununla birlikte savaşan devletlerin savaş gemilerinin boğazlardan geçişi yasak olacaktır. Şayet Türkiye savaşan devletlerden biri ise veya kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi ile karşı karşıya sayıyorsa, Türk hükümeti dilediği gibi davranma hakkına sahip olacaktır. Ayrıca Boğazların yönetimini üstlenmiş olan uluslararası komisyonun dağıtılması ve tüm yetkilerinin Türk hükümetine geçmesi ve Türkiye’nin Boğazlar bölgesini askerileştirebilmesine de karar verilmiştir.
Montrö Antlaşması doğrultusunda barış zamanında herhangi bir ülkenin bayrağını taşıyan ticaret gemilerinin boğazlardan serbestçe geçmesi durumu olumsuz bir görüntü arz etse de, antlaşmanın diğer maddeleri Türkiye’ye, savaş zamanında veya herhangi bir tehdit karşısında Boğazlar üzerinde güvenliğini sağlama imkânını tanımıştır. Ayrıca Boğazları idare eden komisyonun kapatılması ve yönetiminin Türk hükümetine geçmesi, bölgedeki hükümranlık haklarımızı tekrar tesis eden bir gelişmedir.
II. Dünya Savaşı esnasında yaşanan gelişmeler, Montrö Anlaşması’nın Türkiye’nin lehine bir durum yarattığını göstermesi bakımından önemlidir. Türkiye bu dönemde İngiltere ve Fransa ile müttefik olsa da savaş dışı kalma politikası izlemiştir. Türkiye’nin Montrö sayesinde Karadeniz üzerinde özellikle Almanya ve Rusya arasında çıkabilecek çatışmaların dışında kalabildiğini söylemek mümkündür. Bu cümleden hareketle Türkiye’nin, savaş dışı kalma politikasını sürdürmesi konusunda ki en önemli araçlarından birisi Montrö Anlaşması olmuştur.
Montrö Anlaşması’nın Türkiye İçin Önemi
Montrö Anlaşması, uluslararası hukuk sistemi açısından benzersiz bir anlaşma olma özelliğini taşımaktadır. Zira suyolları üzerinde, bölgeye egemen olan devletlerin hükümranlık haklarını koruyan başka bir anlaşma söz konusu değildir. 1982 yılında yürürlüğe giren ve uluslararası deniz taşımacılığını şekillendiren Denizcilik Anlaşması gereği, suyolları trafiği uluslararası ulaşıma her zaman açık olmak zorunda ve bölgeye egemen olan devletlerin bu yolları kapatma hakkı bulunmamaktadır. Montrö ise Türkiye’nin boğazlar üzerindeki hükümranlık haklarını koruyan bir anlaşmadır.
5 yılda bir yenilenen Montrö Antlaşmasında Türkiye aynı zamanda hakem rolündedir. Taraf ülkelerin anlaşma maddelerinin yenilenmesi için başvuruda bulunma hakkı bulunsa da, anlaşmada herhangi bir değişikliğin yapılması için oy birliği gereklidir. Haliyle Türkiye’nin kabul etmediği bir değişikliğin hayata geçmesi mümkün değildir.
Türk Boğazlarına alternatif olarak açılacak bir suyolu, Montrö ve 1982 Denizcilik Antlaşması doğrultusunda kaçınılmaz bir ikiliği ortaya çıkaracaktır. Montrö Çanakkale Boğazı’ndan geçişleri denetlese bile, Kanal İstanbul’u kullanacak bir savaş gemisi için, Montrö mü yoksa 1982 Denizcilik Anlaşmasının mı uygulanacağı tartışma konusu olacaktır. Bu tartışmalar Montrö Anlaşması’nın kâğıt üzerinde kalmasına ve yabancı savaş gemilerinin Montrö’nün şartlarından bağımsız bir şekilde Türk Boğazlarından serbest bir şekilde geçişlerine sebep olabilecektir. Bu yönde bir sonuç ise şüphesiz Türkiye’nin hükümranlık haklarını zedeleyecektir.
Rusya- Ukrayna Savaşı ve ABD’nin Karadeniz’e çıkmak için yaptığı girişimler, Karadeniz’in uluslararası bir sıcak çatışma alanına dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin ABD ve Rusya ile olan ikili münasebetleri ve ABD destekli Yunanistan ile yaşadığı gerilimler, Montrö Antlaşması’nın önemini artırmıştır. ABD veya Rusya’nın Türk Boğazlarından serbestçe geçerek bir sıcak çatışma içine girmeleri Türkiye’yi de bu çatışmanın içine çekecek sonuçlar doğurabilir.
Soğuk Savaş yıllarına ait bloklaşmaların tekrar dirildiği günümüzde, Türkiye’nin kendi güvenliğini doğrudan etkileyen Montrö Anlaşması konusunda temkinli davranması bir zarurettir. Kanal İstanbul Projesi bu yönü ile tartışılmalı, mesele siyasi partiler arasında bir bilek güreşi olarak ele alınmamalıdır. Her yönü ile bir milli güvenlik meselesi olan Montrö ve Kanal İstanbul tartışmalarında konunun uzmanları mutlaka dikkate alınmalı ve uluslararası dinamikler unutulmadan karar verilmelidir.