“Biz Türkler, bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve istiklale timsal olmuş ve olmaya devam edecek bir milletiz.” Mustafa Kemal Atatürk Devamını oku
UTAMER tarafından düzenlenen “Geçmişten Günümüze Ermeniler ve 24 Nisan Gerçekleri” konulu bir konferans Çankırı Karatekin Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü... Devamını oku
Mikro tarih, özelden yola çıkarak geneli anlatan bir tarih yazım metodudur. Türk tarih yazımında mikro tarih anlayışının gelişmesine katkı sağlamak amacıyla düzenlenecek olan “Mikro Tarih Ya... Devamını oku
“…Milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve... Devamını oku
10 Kasım 2022 tarihinde saat 20:00’da UTAMER ve Namık Kemal Üniversitesi Akademik Bakış Topluluğu’nun iş birliği ile “II. Dünya Savaşı’nda Türkistan Lejyonu; Kuruluşu, Faal... Devamını oku
Tarihin; toplumların hafızasındaki önemi, onların kim oldukları sorusuna verdiği cevabı, geçmişi bilmeleri, geçmişte alınan dersler ile bugünü en iyi şekilde anlamaları içerisindeki yeri so... Devamını oku
Doç. Dr. Ökkeş NARİNÇ-Burcu ŞENTÜRK ISBN: 978-605-74364-8-1 1. Baskı, 2022, Ankara Bu çalışma, 20 Temmuz 1920 ile 13 Kasım 1922 arası dönemde Tekirdağ’ın Yunanlılar tarafından işgalinin, bu... Devamını oku
Uluslararası Toplum Araştırmaları Merkezi (UTAMER) ve Eksen Sendikası iş birliği ile “Türkiye’nin Milli Güvenliği ve Sınırlarımız” Konulu panel, ATO Congresium’ da gerçekleştirildi. Panelin... Devamını oku
Türk milletinin hür yaşama azminin tezahürü olan Cumhuriyet, milli iradeyi şahısların iradesi üstünde kılarak Türk tarihi için bir dönüm noktası olmuştur. Cumhuriyetimizin banisi Mustaf... Devamını oku
Doç. Dr. Mehmet Korkud Aydın
Töre; hükümdar ve devlet adamlarından halka kadar herkesin uyması gereken siyasi ve sosyal kurallar bütünüdür. İslamiyet öncesi dönemde Türkler için Töre’nin kaynağı “Türk Dini” olarak ifade edilebilecek olan Gök Tanrı inancıdır. Devleti ilgilendiren tüm konularda bir Anayasa işlevi gören Töre, halk için ise ahlaki ve sosyal alanlarda gelenek, görenek, adet ve teamüller olarak karşılığını bulmuştur. Kısaca değerlendirecek olursak Töre hayatın her alanını ilgilnediren ve şekillendiren bir kavramdır. Ziya Gökalp’a göre Türk kelimesi Törü/ Töre kelimesinden türemiştir. Bu varsayım dahi Töre’nin Türkler için ne kadar önemli bir kavram olduğunun anlaşılması bakımından önemlidir.
Töre, Türk kültürünün temelini teşkil etmesi bakımından önemlidir. Ayrıca Türk milletinin yabancı milletlerce tanımlanması hususunda da etkili olmuş bir kavramdır. Nitekim Çin yıllıklarında Türkler törelerine sıkı sıkıya bağlı bir milet olarak ifade edilmişlerdir. Bu bağlılığın bir sonucu olarak Töre’ye uymayanların idam dahil olmak üzere ağır cezalara uğradıkları bilinmektedir.
Hükümdarın iktidarının ve devletin varlığının devamlılığı için Töre’yi oluşturan hukuk kurallarının konulması ve eşitlik ile adaleti esas alacak şekilde bu kurallara riayet edilmesi gereklidir. Bu nedenle Töre, her makamın önünde tutulmuş hatta devletin varlığından bile üstün kabul edilmiştir. Bu anlayış doğrultusunda Türkler töresini kaybetmiş bir milletin yok olmuş sayılacağını kabul etmişler ve Töre’yi yasa yapıcılardan biri olan hükümdardan dahi korumak için “Töre konuştumu Han susar!” demişlerdir.
Töre’nin her makamdan ve hatta devletten üstün tutulması, Töre buyruğunun hükümdarları susturması, Türklerde adalet anlayışına verilen kıymeti açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Adalet kavramına yapılan bu vurgu ise, günümüzde demokrasiyi benimsemiş devletler için esas olan “Hukukun Üstünlüğü” anlayışı ile izah edilebilir.
Eski Türk devletlerini idare eden Kağanlar, hukukun üstünlüğü ilkesine riayet etmişler ve halka karşı hesap vermek gibi modern dünyanın belkide son yüzyıldır alışkanlık haline getirdiği bir eylemi binlerce yıl öncesinde ortaya koymuşlardır. Nitekim Orhun Yazıtları eski Türkleri tanımak ve anlamak için önemli bir tarihi kalıntı olmasının yanı sıra, hükümdarın halkına hesap vermesi hususunda da önemli bir örnek teşkil etmektedir.
Töre’nin Kaynakları
Eski Türklerde töre koyucuların başında kağanlar gelmektedir. Kağanlardan sonra ise Kurultay Töre koyan bir başka güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Hükümdar ve meclisin kanun koyması devlet geleneği açısından sıradan bir görüntü arz etse de, Töre’yi farklı kılan en önemli husus halkın da bu kavramı şekillendirmiş olmasıdır. Halk arasında kendiliğinden ortaya çıkan ve zamanla yerleşen gelenek ve görenek kuralları Yosun olarak ifade edilmiş olup, Kağanların iradesiyle Yosunlar da Töre’nin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bu durum Kağanların devlet idaresinde halkın tasarruflarını dikkate aldığını gösteren önemli bir örnektir ve Türk töresinin önemli hususiyetlerinden birini oluşturmaktadır.
Töre’nin nasıl şekillendiği konusunda daha ayrıntılı bir bilgiye sahip olmak adına yukarıda bahsedilen Töre koyucuları değerlendirmek faydalı olacaktır. Haliyle ilk olarak Kağan tarafından hukuk kurallarının nasıl konulduğunu incelemek gereklidir.
Kağan’ın iktidar kaynağı ilahi bir mahiyet taşımaktaydı. Gök Tanrı’dan kut (egemenlik) alan Kağan, İl’i ve budunu idare etme hakkına sahipti. Bu anlayış hükümdarlık makamına bir kutsiyet atfettiği için Töre’nin şekillenmesinde öncelikli role sahip olanlar da Kağanlardı. Ayrıca Töre koymak Kağanlar için bir görevdi. Kağanın Töre koyma görevi Orhun Yazıtlarında; “… Amcam Kağan oturarak Türk milletini tekrar tanzim etti.”, “… İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini, töresini tutuvermiş, düzenleyivermişler” gibi ifadelerle belirtilmiştir. Kağanlar Töre’yi oluşturan yasaları koyarken Törenin iyiliği kuralına da riayet etmeli, halkın ve devletin ihtiyaçlarını ve geleceğini gözetmek zorundaydılar.
Bahaddin Ögel, Eski Türk devlet anlayışında bir Kağan’ın başlıca iki özelliği olması gerektiğini vurgulamıştır. Buna göre Kağan öncelikle “bilge” olmalıdır. Kağan’ın taşıması gereken ikinci özellik ise “Alp” yani cesur ve savaşçı olmaktır. Bilge ve Alp bir kağan Töre’yi koruyacak, milletinin refah ve iyiliğini sağlayabilecektir.
Töre’yi ortaya çıkaran bir diğer kaynak ise Kurultay’dır. Kurultay günümüzde Meclis kavramını karşılamaktadır. Eski Türkler ile ilgili sağlıklı bilgilere ulaşmamız açısından önem arz eden Çin yıllıklarında Türklerin devlet işlerinin tanzim edildiği ve dini törenlerin gerçekleştirildiği üç farklı toplantıdan bahsedilmektedir. Bu toplantılardan biri dini mahiyette olup yılın ilk ayında hükümdar sarayında düzenlenmekteydi. İkinci toplantı ilkbaharda, üçüncü toplantı ise sonbaharda yapılmaktaydı. Üçüncü toplantı devletin askeri gücü, insan kaynakları ve hayvan mevcudunu tespit etmek maksadıyla gerçekleştiriliyordu.
İlkbaharda yapılan toplantı aynı zamanda hükümdarın iktidarının tasdik edildiği toplantı olması bakımından diğerleri arasında en önemli olanıydı. Ayrıca bu toplantıda ülke meseleleri konuşulur ve bu meseleler ile ilgili kararlar alınırdı. Toplantıya hükümdarın yanı sıra tüm devlet adamları, Türk boyları ile yabancı kavimlerin temsilcileri de katılırlardı.
Kurultay olarak anılan bu mecliste tek söz sahibi Kağan değildi. Nitekim hükümdar ailesi dışından seçilen Üge veya Aygucı ünvanlı kimseler meclis idaresinde yer almaktaydılar. Mecliste Devlet adamları Kağan’ın taleplerini reddedebilirlerdi. Bilge Kağan’ın Kurultay’a iki teklif sunduğu ve bu tekliflerin reddedildiği bilinmektedir. Bilge Kağan’ın Kurultay tarafından reddedilen teklifleri ise; şehirlerin surlarla çevrilmesi ve Budizm ile Taoizm’in yayılması idi. Her iki teklifin de Türk milletinin alışkanlıkları ile çeliştiği göz önünde bulundurulursa, Kurultay’ın Türk töresini bizzat Kağan’ın iradesinden koruduğu anlaşılacaktır. Bu hususta Kağan’ın Kurultay kararına, haliyle Töre’ye boyun eğmesi ise takdire şayan bir davranış olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca Kurultay’ın Töre koyucu bir makam olması bu kavramın mutlak değişmez olmadığını göstermesi bakımından da önemlidir. Nitekim Töre sınırları belli olmakla birlikte dönemin şartlarına göre değişikliğe uğrayabilmektedir.
Hükümdar en önemli yasa koyucu olsa da, Kurultay’ın Töre sınırları içinde hükümdarların üzerinde sahip olduğu nüfuza dair bir diğer önemli örnek ise Kağan’ın Kurultay’ın kararı ile tahta çıkması veya indirilmesidir. Nitekim Çin kaynaklarında T’a-po olarak anılan ve 581’de ölen Göktürk Hakanı’nın yerine, vasiyet ettiği Ta-lo-pien’in geçmesi annesi Çinli olduğu için Kurultay tarafından töreye uygun görülmemiştir.
Uygurlar’da da meclisin benzer uygulamaları olduğu bilinmektedir. Nitekim Uygur Meclisi, hükümdarlığa idareciler veya komutanlar arasından kudretli olduğuna kanaat getirilen kimseleri seçme hakkına sahipti.
Eski Türklerde meclise atfedilen bu önem yabancı araştırmacıların da dikkatini çekmiş, Kurultay bu haliyle “Devlet Meclisi” veya “Millet Meclisi” olarak tanımlanmıştır. Kurultay’a ek olarak Hazarlar’ın “İhtiyarlar meclisi” ve Peçeneklerin “Komenton”ları da eski Türkler de meclisin millet meclisi olarak görev yaptığını ve Töre’yi koruyan bir vasfı olduğunu gösteren örneklerdir.
Töre’nin şekillenmesinde halkın rolü ise üçüncü bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır. Halkın süreç içinde geliştirdiği alışkanlıklar Yosun olarak nitelendirilmiş ve Türk töresinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Günümüzde medeni kanunun ilgi alanına giren Yosun ile şahıs, aile ve miras hukuku kuralları ortaya çıkmıştır.
Yosun kavramı incelendiğinde, Türklerin toplumsal yaşantılarını saran, günlük hayatın her alanını kuşatan bir yönü olduğu anlaşılmaktadır. Kadın haklarından evlilik sözleşmelerine ve miras haklarına, insanların günlük hayatta uymaları gereken kurallara kadar her şey Yosun ile belirlenmiştir. Elbette Yosunların yasalaşıp Töre halini alması için Kağan’ın iradesi gereklidir. Bu durum çağdaşlarının aksine eski Türk devlet geleneğinde halkın yasa yapıcı bir mahiyeti olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Töre’nin ortaya çıkmasında Kağan, Kurultay ve halkın görev ve sorumlukları bulunduğu aşikardır. Bununla birlikte Töre’nin ortaya çıkmasında olmazsa olmazhusus ise kuralların adil olması zorunluluğudur. Zira toplumsal düzeni ve halkın refahını sağlamak arzusu ile belirlenmiş olan bu kuralların mutlaka adaletli olması gereklidir. Bu gerekliliğin önemli bir sonucu ise Töre karşısında herkes eşit kabul edilmesidir. Günümüzde kanun önünde eşitlik anlayışı ile izah edilebilecek bu durum, eski Türk devlet geleneğinde kanunların her koşulda uygulanması, haklıya hakkının verilmesi suçlunun ise mutlaka cezalandırılması suretiyle uygulamada karşılığını bulmuştur. Söz konusu anlayış doğrultusunda Türkler devletin temelini doğruluk ve adalet olarak kabul etmişlerdir.
Türklerin İslamiyet’in Kabulü Karşısında Töre
Türkler Gök Tanrı dinine mensup iken sahip oldukları Töre anlayışını İslam’ı kabul ettikten sonra da muhafaza etmişlerdir. Özellikle hükümdarlığın Tanrı tarafından bahşedilen bir güç olduğu inancını ifade eden Kut anlayışını Müslüman Türk devletlerinde de görmekteyiz. Osmanlı Devleti zamanında hanedan mensuplarının idam edilmeleri durumunda kanlarının akıtılmayarak boğulmaları geleneği de yine bu anlayışın devam ettiğini gösteren bir örnektir. Üstelik Halifelik makamının Osmanlı Devleti’nin uhdesi altına girmesi ile hükümdarın Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi olması yönündeki anlayış İslami bir dayanakta bulmuştur.
Müslüman Türk devletlerinde Töre varlığını sürdürmeye devam etmiş olsa da bu durumun İslam’ın kurallarını ifade eden Şeriat hükümleri karşısında bir ikilik yarattığı da görülmektedir. İslam ile uyumlu olmayan temel kurallar kendiliğinden ortadan kalkmış olmakla birlikte hükümdarlar şeriat dışında kalan konularda Töre kurallarını uygulamaya devam etmişlerdir. Bu durum Töre’nin örfileşmesi şeklinde de izah edilebilir. Nitekim Osmanlı padişahlarının Şeriat dışında örfi kanun olarak adlandırılan ve Töre’ye dayanan bir kurallar bütününü uyguladıkları bilinmektedir.
Müslüman Türklerin Töre kavramına yaklaşımını en berrak hali ile bize sunan şüphesiz Yusuf Has Hacib’tir. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i Türklerin Müslüman oldukları dönemde Töre kavramına bağlılıklarını nasıl muhafaza ettiklerini de göstermektedir. Öncelikle Töre yapmanın önemine değinecek olursak bu konuda Kutadgu Bilig’de şu dizelere yer verildiğini görebiliriz;
‘Bilig kimde erse ajun begleri
Törü edgü urmış kişi yiğler.’
(“Dünya beylerinden hangisi bilgili olmuşsa,
İyi töre koyanlar ve iyilikte ileri gelenler onlar olmuştur)
Bu ifadeden hareketle Türklerin İslam’ı kabul ettikten sonra da, hükümdarların “bilge” olması ve Töre koyması konusunda eski devirlerle aynı anlayışı sürdürdükleri söylenmelidir. Ayrıca Yusuf Has Hacib tarafından Müslüman Türk hükümdarlarında aranan özellikler şu şekilde izah edilebilir. “...bilge, akıllı ve bilgili olmalı; cesaretli, kuvvetli ve kahraman olmalı, asil soydan gelmeli, dürüst olmalı ve doğruluktan ayrılmamalı; faziletli olmalı, sözünde durmalı, eli açık olmalı; yumuşak huylu, alçak gönüllü, himmet ve haya sahibi olmalıdır; … zalim olmamalı, merhametli ve şefkatli olmalı, yalancı olmamalı ve yalandan hoşlanmamalı; dili yumuşak olmalı; mağrur ve kibirli olmamalı; tok gözlü olmalı… Tanrı’ya kulluk etmeli, ibadet etmeli… kılıcı elden bırakmamalı; dünya malına değer vermemeli… fani olduğunu unutmamalıdır..” Bu kıstaslardan anlaşılacağı üzere Türkler Müslüman olduktan sonra da Töre ile bağlarını muhafaza etmişlerdir.
Kutadgu Bilig’de Töre’yi belirleyen adalet ile ilgili tasvirlerde yapılmıştır. Eserin dört kahramanından biri olan ve adaleti temsil esen isim hükümdar Kündoğdu Han’dır. Devlet “birbirine bağlanmış üç ayağı üstünde olan gümüş bir taht” olarak tasvir edilmiştir. Tahtın güçlü olması için ise bu üç ayağın sağlam olması gerektiği vurgulanmıştır. Söz konusu bu üç ayak ise şüphesiz bugün ki ifadesi ile yasama, yürütme ve yargı erklerini ifade etmektedir. Tahtın temel direği ise doğruluk ve adaleti temsil etmektedir. Buna göre Hükümdar insanları adalet önünde eşit kabul etmeli ve ayrım yapmamalıdır. Zulme uğrayana hakkı verilmeli, haksızlık yapan ise cezalandırılmalıdır.
Yusuf Has Hacib’in dışında Büyük Selçuklu Devleti Veziri Nizamü’l Mülk’de Siyasetname isimli eserinde Sultan Tuğrul, Sultan Alparslan ve Sultan Melikşah üzerinden verdiği örneklerle Türk töresinin icabı olarak hükümdarların şefkatli, himmet sahibi ve yüzü halka dönük kimseler olmaları gerektiğini söylemiştir. Nitekim bu anlayış Anadolu’da kurulan Türk beyliklerinde de etkili olmuş, Beyler meclis kurup devlet meselelerinde istişarede bulunmuş ve devlet adamlarından halka kadar herkese eşit davranmaya özen göstermişlerdir.
İslamiyet’in kabulünden sonra da Türklerde meclis geleneğinin sürdüğü bilinmektedir. Bu dönemde Kurultay gibi genel bir toplantı yerine şölenler düzenlenmiş ve halk bu merasimlere katılmış, devlet işleri ise Divan adı verilen meclislerde görüşülmüştür. Bu haliyle Divan’ın meclis yerine daha çok bakanlar kurulunu karşıladığını söylemek doğru olacaktır. Divan’a katılan vezirlerin devlet yönetiminde söz sahibi olmaları bu müessesenin de Töre koymaya muktedir olduğunu göstermektedir. Ancak Divan’ın Töre koyma konusunda Kurultay kadar etkili olmadığını belirtmekte bir zarurettir.
Töre’nin uygulanışı konusunda Osmanlı Devleti’nin uygulamaları incelendiğinde öncelikle Şeriat karşısında bir orta yol olarak Töre’nin örfileşmesi gibi bir anlayışın ortaya çıktığı, 17. yüzyıla kadar örfi kanunların bu yüzyıldan sonra ise şeri kanunların devlet idaresinde ağırlık kazandığı görülmektedir. Özellikle Osmanlı hanedanının ilk yıllarında devlet neredeyse tek başına Töre kuralları ile idare edilmiştir. Türklerin devlet idaresinde Töre’yi uzun süre muhafaza etmiş olmaları Türk devletlerinin Arap devlet teşkilatından farklı bir mahiyet taşımasını mümkün kılmış ve Türk Müslümanlığı gibi bir anlayışı beraberinde getirmiştir. Ancak 17. yüzyıldan sonra Halifelik Sancağının İstanbul’a gelmesi ile birlikte süreç içinde Töre’nin uygulamadaki etkinliği azalmıştır. Bu durum devlet idaresinde etkili olmuş fakat halk nezdinde Töre; örf ve adetlerle varlığını sürdürmeyi başarmıştır.
Töre’den Anayasa’ya
Yakın tarihimiz incelendiğinde Şer’i ve Örfi hukukun dışında bir anlayışla ortaya çıkan ilk kanunlaşma hareketi; bir devre ismini veren Tanzimat Fermanı (1839) ile başlamıştır. Osmanlı Devleti’nin Avrupa karşısında gerilemekte olduğu bu dönem içinde kanun çalışmalarında Batılı normlar dikkate alınmıştır. Yine Tanzimat Döneminde temelleri II. Mahmut tarafından atılmış olan Vekiller Heyeti (Bakanlar Kurulu) ve danışma meclis gibi kurumlar ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte Tanzimat Fermanı’nın ulaşmak istediği amacı ifade etmek üzere “Kanunlar karşısında Vezir’den Çoban!a herkesin eşit olması” arzusu, bu dönem kanunlaşma çalışmalarında halen Türk töresinin devlet idaresinde etkili olduğunu göstermektedir.
1879 yılında ise Osmanlı Devleti Meşrutiyet yönetimine geçiş yapmış ve bu doğrultuda Kanun-i Esasi’yi ilan etmiştir. Kanun-i Esasi Türklerin ilk yazılı Anayasası olması bakımından önemlidir. Kanuni Esasi’de Devletin Dili’nin devletin asli unsuru olan Türklerin dili olarak tanımlanmış olması, Türk milleti için önemli bir husustur. Zira Türk ilinde Türk dili Anayasa güvencesi altına alınmıştır. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu olumsuz şartlar karşısında ilk meşrutiyet denemesi başarısızlıkla sonuçlanmış olsa da, 1908’de bir halk hareketiyle II. Meşrutiyet ilan edilmiş ve Anayasa kavramı Osmanlı toplumu tarafından bu tarihten sonra gerçek manada kabul edilmiştir.
Anayasa kavramını değerlendirirken bunu sadece Batı kaynaklı bir kavram olarak ele almak hatalı bir yaklaşım olacaktır. Zira Türk Milleti Anayasa ile Töresini yazılı olarak güvence altına almıştır. 1921 ve 1924 tarihli Anayasa çalışmaları ise bu durumun en önemli ispatı olarak karşımızdadır. 1921 Anayasası Türk milleti istiklalini muhafaza etmek için savaşırken, 1924 Anayasası ise yeni yönetim biçimi olarak Cumhuriyeti benimsedikten sonra hazırlanmıştır.
Sonuç Yerine
Töre ile ilgili yazılanlar göz önünde bulundurulduğunda; Töre toplumsal hayatı ve devlet idaresini kuşatan bir kurallar bütünüdür. Öncelikle; “Türk İlini Kaybeder ama Töresini Kaybetmez” düsturundan hareketle Töre’nin devletten daha yüce kabul edildiği sonucuna ulaşılmaktadır. Ayrıca; “Töre Konuşunca Han Susar” deyiminden hareketle Töre’nin Tanrı’dan kut aldığına inanılan hükümdar ve ailesinden de önemli olduğu anlaşılmaktadır.” Türk milleti; “Allah Devlete ve Millete zeval vermesin” derken yine bu anlayışı ifade etmiştir. Nitekim aslolan millettir. Millet Devleti kurar, Devlet ise milleti yaşatır. Hükümdarlar veya modern zamanın siyasi figürleri bu noktada sadece devletin iktidar aygıtını geçici olarak yine milletin iyiliği için kullanması gereken kimselerdir. Şahsı adına iş yapan liderler Türk töresine göre millet eliyle iktidardan mahrum bırakılması gereken kimselerdir. Ayrıca Türk Töresi “bilge” lider olmak için lazım gelen vasıfları da açık bir şekilde ortaya koymuştur. “Bilge” lider, öncelikle Türk Töresine sadık, dürüst, güvenilir, adaletli, merhametli olmalıdır.
Töre ışığında devlet idaresi ise yine adaleti esas alan bir anlayış doğrultusunda gerçekleştirilmelidir. Yusuf Has Hacib’in neredeyse bin yıl önce işaret ettiği “tahtın üç ayağı” olan ve iktidarı kuvvetli kılan yasama, yürütme ve yargı güçlerinin bağımsız olması bu esasın gerçekleşmesi için olmazsa olmazdır. Özellikle adaletin devlet adamlarından vatandaşa kadar herkese eşit bir şekilde sağlanması ve adaleti tesis etmekle görevli makamların kanunlar dışında hiçbir irade karşısında eğilmemesi bir zarurettir.
Devlet idaresinde istişare Töre’nin temellerinden biridir. Yönetim tek bir kişinin şahsi iradesi yerine, ehliyet ve liyakat sahibi devlet adamları ve halkın katlımı ile gerçekleştiği ölçüde Töre karşılığını bulacaktır. Bu konuda Kurultay ve Yosun kavramları tekrar tekrar incelenmelidir.
Devletin varlığı ve görevleri de Töre’nin konuları arasındadır. Devlet nedir? Devletin görevleri nelerdir? Bu soruları en azından 19. yüzyıla kadar hükümdarın vasıfları ölçüsünde cevaplamak mümkün olmuştur. Ancak modern kanun çalışmalarının başladığı andan itibaren bu sorulara cevap aramak güçleşmiştir. Türk milletinin devletine olan bağlılığı ve yüklediği kutsiyet ölçüsünde bu kavram ne yazık ki suiistimale açık hale gelmiştir.
Günümüzde moda olan bir tabir, Türk insanının devlete olan bakışını ciddi ölçüde değiştirmiştir; “Derin Devlet”. Derin Devlet kabulü, devletin yer altında gizli sahiplerinin olduğu ve bu kimselerin millet adına kararlar aldığı inancını ortaya çıkarmıştır. Türk töresinde yeri olmayan bu anlayış Soğuk Savaş döneminde türemiş ve Türk kamuoyu tarafından da yakından bilinen “Gladio” yapılanmasının bir mahsulü olarak karşımıza çıkmıştır. Kızıl ve yeşilin her tonunun hüküm sürdüğü Gladio yapılanmasını devletin sahibi olarak kabul ettirmeye çalışmak ise Türk milletinin aklı ile alay etmekten başka bir şey değildir. Zira Türk devletinin tek sahibi Türk milletidir. Türk Kurultayı veya Türk Yosununu ortaya çıkaran anlayış, kendini devletin sahibi kabul eden karanlık yapıların varlığını asla kabul edemez.
Derin devlet kavramını ortadan kaldırmak ve Türk Töresini hakim kılmak için yapılması gereken en önemli iş ise Türk milletine devletin tanımını ve kutsiyetini tekrar hatırlatmaktır. Öyleyse Devlet nedir? Devlet; milletin varlığını korumak için çalışan soyut bir mekanizmadır ve milleti yaşattığı için kutsaldır. Devletin görevi toplumun güvenliğini ve refahını sağlamak, geleceğini güvence altına almaktır. Devlet bu görevi yerine getirirken adalet mevhumunu en önde tutmalıdır.
Son Söz
Meşrutiyetin ilanı ile başlayan Türk İnkılabı sürecinin en önemli meyvelerinden olan cumhuriyet ve demokrasi, Türk Töresine uygun kavramlardır. Töre’nin Kurultaylarda devlet adamlarının katkılarıyla değişebildiği, mutlak adaleti ve iyiliği sağlaması gerektiği ve halkın alışkanlıkları ile şekillenebildiği kabulünden hareketle; süreç içinde -çağın gerekliliklerinin de etkisi ile- Türk Töresi Cumhuriyet ile tekrar karşılığını bulmuştur. Mustafa Kemal Atatürk ise gerek Türk İstiklal Harbine liderlik ederek gerekse Cumhuriyetin ilanından sonra gerçekleştirdiği yeni düzen çalışmaları ile Türk töresini yaşatan ve koruyan bir “Başbuğ” olmuştur.
Kaynaklar
Serdar Uğurlu, Kaan Yılmaz, “Türk Devlet Yönetme Geleneğinde Töre’den Örf’e Değişim”, Electronic Turkish Studies, Cilt:6 Sayı:2 Yıl: 2011, s.s. 949-972, s. 954
Ziya Gökalp, Türk Töresi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1976, s 12 vd.
Mehmet Mandaloğlu, “Eski Türklerde Çocuk Hukukunun Töreye Göre Değerlendirilmesi”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C,lt: 10 Sayı: 2 Yıl: 2013, s.s. 133-147, s. 136
Aybars Pamir, “Orta-Asya Hukukunda Töre Kavramı” Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 58 Sayı:2 Yıl: 2009, s.s. 359-375, s. 360
Bahaddin Ögel, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 4. Baskı, Türk Dünyası Araştırma Vakfı Yayınları, İstanbul 2001, s. 129
Abdülkadir Donuk, “Türklerde ve Moğollarda Meclis Geleneği”, Tarih Dergisi, Sayı:52 Yıl:2010/2, s.s. 1-12, s.6-7
Kemal Göde, “Dünden Bugüne Türkler’de Meclis Hayatı”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt:3, Yıl: 1998, s.s. 51-62, s. 53-54
Kemal Göde, “Dünden Bugüne Türkler’de Devlet Başkanlığı Anlayışı”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 3 Yıl: 1986, s.s. 195-221, s.202
Belkıs Konan, “ İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Açısından Osmanlı Devletine Bakış”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 15 Sayı: 4 Yıl:2011, s.s. 253-288, s.274-276
Müzehher Yamaç, “İlk Anayasa (1876 Kanun-i Esasi), BJSS Balkan Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 3 Sayı: 5 Yıl:2014, s.s. 54-68, s.60