Doç. Dr. Mehmet Korkud Aydın
1.Giriş***
I. Dünya Savaşı sırasında patlak veren Şerif Hüseyin isyanı Ortadoğu’nun ve Arapların kaderini olumsuz etkileyen önemli bir gelişme olmuştur. İsyanın bir sonucu olarak Ortadoğu’daki Osmanlı Devleti egemenliği sona ermiş, bu isyana katılan Arap kabileleri bağımsızlıklarına kavuşmak yerine İngiltere ve Fransa’nın manda-himaye yönetimleri altına girmişlerdir. Zirâ henüz I. Dünya Savaşı sürerken İngiltere ve Fransa arasında imzalanmış olan ve Ortadoğu’yu paylaşmayı öngören Sykes-Picot Gizli Anlaşması doğrultusunda bölge, bu iki ülke arasında parçalanmıştır. Bu durum Araplar arasında bir birliktelik kurulmasını engellemiştir. Ayrıca, Arabistan’da Suud ailesi yönetimi ele geçirip Şerif Hüseyin’i tasfiye edince, Şerif Hüseyin’in ailesine mensup krallar tarafından yönetilen Irak ve Ürdün gibi ülkelerde Suudi Arabistan’a karşı bir tepki ortaya çıkmıştır. Gerek bu tepki gerekse İngiltere ve Fransa’nın bölge üzerinde çok sayıda Arap devleti kurmuş olmaları, Araplar arasında bir kader birliği kurulmasını da imkânsız hale getirmiştir.
Suudi Arabistan ile Irak’ın 1936’da imzaladıkları anlaşma, Suud ailesine yönelik tepkilerin ortadan kalkması ve Arapların birlikte hareket etmesi adına ilk ve önemli bir adım olmuştur. Bu anlaşma ile tarafların birbirlerine karşı herhangi bir saldırıda bulunmamaları, üçüncü bir devletin olası saldırısı karşısında, saldırıya uğrayan devlete yardım edilmesi, taraflar arasındaki sorunların barışçıl yollar ile çözülmesi ve kültürel konularda da bir iş birliğinin sağlanmasına karar verilmiştir. Ancak bu dönemde Arap devletlerinin neredeyse tamamı manda sistemi altında bulundukları için Araplar arasında siyasi bir ittifak kurulması yine mümkün olmamıştır. Arapların birlikte hareket edebildikleri tek konu ise Filistin Meselesi olmuştur.
2. Arap Birliği’nin Kuruluşu ve Temel Faaliyetleri
Ortadoğu’da II. Dünya Savaşı’ndan sonra önemli gelişmeler yaşanmıştır. Arap devletleri bağımsızlıklarını kazanmış ve devlet politikalarını Arap Milliyetçiliği çerçevesinde şekillendirmişlerdir. Bu gelişme, Arap Birliği’nin kurulması adına önemlidir. Özellikle Filistin Meselesi ile ilgili olarak Batılı devletlere karşı duyulan güvensizlik ile Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulacağı yönündeki endişe, Arap milliyetçiliğini güçlendiren ve Arap Birliği’ni ortaya çıkaran psikolojik unsur olmuştur.
1945 yılının Şubat ayında, Filistin Meselesi Suudi Arabistan Kralı Abdülaziz ve ABD Başkanı Roosevelt arasında gerçekleştirilen görüşmede gündeme gelmiş, Roosevelt Abdülaziz’e Arapların endişelenmesine gerek olmadığını söylemiş ve Filistin’de Yahudi devletinin kurulmayacağına dair söz vermiştir. Fakat Roosevelt 12 Nisan 1945’te hayatını kaybetmiş ve bu söz, yeni ABD yönetimince unutulmuştur. Neticede ABD’nin de desteği ile İsrail, 1948 yılında kurulmuştur.
Roosevelt ve Kral Abdülaziz arasında gerçekleştirilen görüşmeden sonra Suudi Arabistan, Suriye, Mısır, Irak, Lübnan, Ürdün, Kuzey Yemen ve Filistinli Arapların temsilcileri, Kahire’de bir araya gelmişlerdi. Söz konusu devletler burada Arap Birliği’nin misakını hazırlayarak 22 Mart 1945’te Arap Birliği kurmuşlardı. Arap Birliği’nin amaç ve hedefleri ise şunlardı:
1- Taraf devletler arasındaki bağları güçlendirmek,
2- Taraflar arasında iş birliğini sağlayabilmek için siyasi faaliyetlerde uyumlu olmak,
3- Bağımsızlık ve egemenliğin korunması için karşılıklı iş birliği yapmak,
4-Arap ülkelerinin menfaatlerini ve refahını koruyan, geliştiren faaliyetler içinde olmak,
5-Ticari, mali, zirai alanlarda, sanayide ve gümrükte iş birliğini sağlamak,
6-Ulaştırma, kültürel, sosyal, adli ve sağlık konularında işbirliği içinde olmak.
Arap Birliği II. Dünya Savaşı’nın devam ettiği dönemde kurulmuştur. Arap Birliği’ne üye olan devletler içinde İngiliz mandası altında olanların bulunması, bu teşkilatın İngiltere’nin arzusu ile ortaya çıktığını göstermektedir. Fakat II. Dünya Savaşı’nın ardından Arap Birliği, kuruluşundaki İngiliz etkisinin aksine, sömürgecilik ile mücadele eden bir teşkilat görünümünü kazanmıştır.
Arap Birliği’nin faaliyete geçtiği dönemde teşkilatın gündem maddesi, Filistin Meselesi olmuştur. İsrail’in kuruluşunun hemen ardından Arap devletlerinin İsrail’e karşı ortak bir saldırıya geçmelerinde etkili olan kuruluş da Arap Birliği olmuştur. Nitekim İsrail ile mücadele etmek amacıyla, Arap Birliği çatısı altında ortak bir komutanlık kurulmuştur. 2 Haziran 1964 tarihinde ise yine Arap Birliği’nin girişimlerinin bir sonucu olarak Filistin Kurtuluş Örgütü faaliyete geçmiştir. 1976 yılındaysa yine İsrail’e karşı, Arap Barış Gücü kurulmuştur. Arap Barış Gücü’nün ilk görevi ise Lübnan’daki iç karışıklıklara müdahale etmek olmuştur.
Arap Birliği içinde en büyük nüfuza sahip olan ülke ise Mısır’dır. Teşkilatın merkezi Mısır’ın başkenti olan Kahire’dir. Mısır’ın teşkilat üzerindeki nüfuzu, Enver Sedat döneminde sarsılmıştır. Sedat’ın ABD’nin girişimleri sonucunda İsrail ile Camp David Antlaşmalarını imzalaması ve İsrail ile uzlaşması, Arap Birliği üyesi olan devletlerin tepkisini çekmiştir. Öncelikli olarak Arap devletleri Mısır’a karşı boykota girişmiş; Mısır, hali hazırda genel sekreterlik makamını üstlenerek liderliğini yaptığı Arap Birliği’nden ihraç edilmiştir. 27 Mart 1979’da Bağdat’ta toplanan Arap Zirvesinde ise Mısır’a yönelik şu kararlar alınmıştır:
1-Arap devletlerinin Mısır ile diplomatik ilişkilerini kesmesi ve bu çerçevede büyükelçilerin Kahire’den ayrılmaları,
2-Arap Birliği merkezinin Kahire’den Tunus’a taşınması,
3-Mısır’ın Arap Birliği’nin yanı sıra Bağlantısızlar Hareketi ve İslam Konferansı Örgütü’ndeki üyeliklerinin de askıya alınması,
4-Mısır-İsrail uzlaşmasındaki rolü dolayısıyla ABD’nin kınanması,
5-Mısır’a sağlanan ekonomik yardımların ve ticari kolaylıkların iptal edilmesi.
Söz konusu kararlar Arap ülkelerinin İsrail ile uzlaşması nedeniyle Mısır’a ne kadar öfkeli olduklarının bir göstergesidir. Daha da önemlisi Arap ülkeleri, Mısır’ı Filistin davasına ihanetle suçlamışlardır. Ancak, Enver Sedat’ın 1981 yılında bir suikast sonucu öldürülmesinin ardından, Mısır’ın İsrail ile uzlaşan politikaları değişmiştir. Hüsnü Mübarek’in iş başına gelmesiyle birlikte Mısır, Arap Birliği üzerindeki etkinliğini tekrar kazanmıştır.
Arap Birliği günümüzde etkinliğini sürdüren ve Ortadoğu siyasetinde etkisi olan bir kuruluştur. 1967 tarihli Arap-İsrail Savaşı’nın ardından Arap Milliyetçiliği anlayışının zayıflaması ve Arap Devletleri’nde İslamcı grupların etkinliğinin artması, Arap Birliği’nin politikalarını da etkilemiştir. Özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte, Arap Birliği üyesi ülkeler arasındaki ideolojik çekişmeler de ortadan kalkmıştır. Bu nedenle Soğuk Savaş sonrasında Arap Birliği’nin Araplar arasındaki birlikteliği sağlama konusunda daha başarılı olduğunu söylemek yerinde olacaktır.
3. Türkiye’nin Arap Birliği’ne Yönelik Yaklaşımları
Türkiye’nin Arap Birliği’ne yönelik yaklaşımları, Türk Dış Politikasının Ortadoğu politikalarının bir parçası olma özelliğini taşımaktadır. Sovyet Rusya’nın II: Dünya Savaşı’nın ardından, 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk Anlaşması’nı yenilememe kararı alması, Türkiye’den Kars ve Ardahan’ın kendisine verilmesi ile birlikte Boğazlar üzerinde hak iddia etmesi, Türkiye’nin takip ettiği dış politikanın güvenlik odaklı bir mahiyet kazanmasına neden olmuştur. Nitekim Türkiye bu gelişme karşısında İngiltere ve ABD ile yakınlaşma ihtiyacı hissetmiş ve süreç içinde Batı Blokunun doğal bir üyesi haline gelmiştir. Türkiye’nin Batı Bloku ekseninde takip ettiği dış politika, Ortadoğu ve Araplar ile ilgili yaklaşımlarını da doğrudan etkilemiştir.
II. Dünya Savaşı’nın ardından başlayan Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu üzerindeki İngiliz ve Fransız sömürgeciliği sona ermiş ve ortaya çıkan boşluğu ABD ile Sovyet Rusya doldurmak istemiştir. Bölge, iki büyük gücün rekabet alanı haline gelmiş ve Arap ülkeleri de bu rekabet ortamında ABD veya Sovyet Rusya ile geliştirdikleri münasebetler doğrultusunda vaziyet almışlardır.
Türkiye, bu dönemde gerek dış politikada ABD ile uyumlu bir görüntü içinde olmak, gerekse Ortadoğu’da gerçekleşmesi muhtemel çatışmaların dışında kalmak arzusu ile hareket etmiş ve Araplarla olan münasebetlerini de bu çerçevede belirlemiştir. ABD’nin bölge ile ilgili geliştirdiği politikalar ise Sovyet Rusya’nın yayılmasını engellemek ve İsrail’in güvenliğini sağlamak yönünde olmuştur.
Soğuk Savaş döneminde Türkiye ile Arap Birliği üyesi ülkeler arasındaki ilişkileri bozan önemli iki gelişme, Türkiye’nin 1948 yılında kurulan İsrail’i tanıması ve 18 Şubat 1952 tarihinde NATO’ya katılması olmuştur. Özellikle Sovyet Rusya ile yakın bir münasebet içinde olan Mısır ve Suriye gibi Arap Birliği üyesi olan devletler, Türkiye’yi takip ettiği dış politika yüzünden “Batı’nın Jandarması” olmakla itham etmişlerdir.
Türkiye İsrail kurulmadan önce, Filistin meselesinde bölgedeki Arapları destekleyen bir politika takip etmiştir. Nitekim BM’de 1945-1947 yılları arasında gerçekleştirilen Filistin konulu toplantılarda Türkiye Arapların tezini desteklemiştir. Üstelik Türkiye 1947 yılının Kasım ayında BM gündemine getirilen ve İsrail’in kuruluşuna neden olan taksim planına da muhalefet etmiştir. Ancak Türkiye, İsrail kurulduktan sonra başlayan Arap-İsrail Savaşı’nın bir sonucu olarak toplanan Filistin Uzlaştırma Komisyonu’na katılmış ve bu komisyondaki faaliyetleri nedeniyle Arap Birliği üyesi olan ülkelerin tepkisini çekmiştir. Zira Türkiye, komisyon çalışmaları sırasında Filistin konusunda ABD ve Fransa ile birlikte hareket etmiştir. Türkiye, komisyon çalışmalarında ortaya koyduğu yaklaşımını, İsrail kurulduktan sonra da sürdürmüş ve 28 Mart 1949 tarihinde İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur. Türkiye böylece Batılı ülkeler ile yakınlaşmış; fakat Arap Birliği üyesi ülkeler nezdinde sıkıntılı bir duruma düşmüştür.
Türkiye’nin Arap Birliği üyesi ülkeler ile siyasi çatışmalar yaşamasına neden olan bir diğer önemli gelişme ise Bağdat Paktı’nın kurulması olmuştur. Bağdat Paktı’nın kuruluşu ve Irak’ın bu birliğin bir üyesi olması, Arap Birliği içinde bir ayrılığın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Soğuk Savaş döneminde Arap Birliği’nin lideri konumuna gelen Mısır ve Mısır lideri Nasır, Batı Blokunun bölgede hâkimiyet kurmak adına Bağdat Paktı’nı teşkilatlandırdığını savunmuştur. Bu doğrultuda Türkiye, bir kez daha Batı dünyasının jandarmalığını yapmakla itham edilmiştir.
Türkiye’nin Arap Birliği üyesi devletlerle olan ilişkilerini etkileyen en önemli konu ise Kıbrıs meselesi olmuştur. Türkiye, Soğuk Savaş dönemi boyunca Batılı bir devlet ve Batı Blokunun bir üyesi olarak hareket etmiş olsa da Batı dünyası ve ABD, Türkiye’ye karşı ikircikli bir politika takip etmişlerdir. Nitekim Türkiye’nin Kıbrıs’ta yaşanan mezalim karşısında bir harekât düzenlemek için hazırlıklara başlaması üzerine ABD, Türkiye’ye karşı cephe almıştır. 5 Haziran 1964’te ABD Başkanı Johnson’ın dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup bu konuda en önemli örneği teşkil etmektedir. Johnson mektubunda Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmesi durumunda Sovyet Rusya’ya karşı yalnız ve savunmasız bırakılacağı tehdidinde bulunmuştur.
Johnson’un İsmet İnönü’ye gönderdiği tehdit mektubu, Türkiye’nin Ortadoğu’ya ve Arap ülkelerine karşı takip ettiği politikaları değiştirmesine neden olmuştur. Arap Birliği ülkeleri de Batı dünyası gibi Kıbrıs konusunda Türkiye’nin karşısında yer almışlardır. Türkiye, Arap ülkelerinin desteğini kazanmak arzusu ile bu ülkeler ile olan münasebetlerini yumuşatmanın yollarını aramıştır. Türkiye’nin bu konuda attığı en önemli adım ise İsrail ile olan münasebetlerini gözden geçirmek olmuştur. Bu doğrultuda Türkiye’nin ilk hamlesi, 1967 yılında gerçekleşen Arap-İsrail Savaşı sırasında ABD’nin İsrail’e yardım etmek için Türkiye’de bulunan askeri üstleri kullanmasına izin vermemek olmuştur. Ayrıca Türkiye, savaş sırasında Araplara giyecek ve gıda malzemesi yardımında da bulunmuş, BM toplantılarında Arap ülkelerinin İsrail ile ilgili tezlerini desteklemiştir.
Türkiye’nin Mescid-i Aksa’nın kundaklanması üzerine gerçekleştirilen Rabat Konferansı’na katılması da aynı politika dâhilinde değerlendirilmelidir. Türk kamuoyunda Rabat Konferansı’na katılım sağlanması konusunda ciddi tartışmalar ortaya çıkmıştır. Laiklik meselesi ve I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan Şerif Hüseyin İsyanı etrafında ortaya çıkan eleştirilere karşı, dönemin Hükumeti, Rabat Konferansı’na katılmanın Arap Birliği üyesi devletler ile olumsuz seyreden ilişkileri düzeltmek için önemli bir adım olduğunu savunmuştur. Böylece Türkiye, Rabat Konferansı’na katılarak İslam Konferansı Örgütü’nün kurulmasına katkı sağlamıştır. 1979 yılında ise Filistin Kurtuluş Örgütü Ankara’da bir şube açmış ve böylece Türkiye, Filistin meselesinin hamilerinden biri haline gelmiştir.
Türkiye’nin İsrail ve Filistin ile ilgili geliştirmiş olduğu politikaları tek başına dış politika yönünden izah etmek elbette doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Çünkü bu dönemde Türkiye’de etkili olan dindar ve muhâfazakâr çevreler, İsrail’in takip ettiği politikalar karşısında “din kardeşliği” çerçevesinde Arapları desteklemekteydiler. Dış politikada ortaya çıkan İsrail karşıtı gelişmeler, muhâfazakâr grupların seslerini yükseltmesini kolaylaştırmış ve bu çevrelerin eğilimleri, kimi siyasi partilerin hareketlerinde de belirleyici bir rol oynamıştır.
1970’li yıllarda Türkiye’nin Arap Birliği üyesi devletler ve Ortadoğu ile ilgili geliştirdiği politikaların artık ekonomik bir mahiyet kazandığı görülmektedir. Türkiye, 1973 tarihli Petrol krizi esnasında, Ortadoğu ülkeleri ile arasındaki sorunları düzelterek ucuz petrol almaya çalışmış ve Petrol Krizine bağlı olarak Avrupa’da ekonomik durgunluğun baş gösterdiği dönemde Ortadoğu pazarında yer edinmek için çaba göstermiştir. Ancak Türkiye’nin Araplarla olan ilişkilerinde ılımlı bir ortam oluşurken aynı dönemde Batı ekseninden uzaklaştığını söylemek doğru olmayacaktır. Zira Türkiye, 1979 yılında gerçekleşen İran Devrimi ve yine aynı yıl patlak veren Afgan-Rus Savaşı karşısında, Batı dünyası ve ABD ile aynı istikamette hareket etmiştir.
Türkiye, 1980 darbesinden sonraki süreçte ise Ortadoğu ve Arap Birliği üyesi ülkeler ile ilgili politikalarında ekonomik ihtiyaçlarıyla güvenlik politikaları arasında bir denge kurmaya çalışmıştır. Turgut Özal’ın Başbakanlık koltuğuna oturmasının ardından Türkiye, liberal bir ekonomi modelini benimsemiş ve Arap ülkeleri ile liberal ekonomi hedefleri doğrultusunda bir ilişki kurmaya gayret etmiştir. Fakat aynı dönemde Türkiye, PKK terörü ile tanışmış ve komşularıyla bu konuda sorunlar yaşamaya başlamıştır.
PKK terör örgütünün Irak’ın kuzeyi ile Suriye’de hareket kabiliyeti kazanmış olması, Özal döneminde Türkiye’nin ekonomi politikalarına yön veren bir gelişme olmuştur. Suriye ve Irak ile sürdürülen ekonomi temelli ilişkilerin geliştirilmesi halinde bu devletlerin PKK’ya verdikleri desteği keseceklerini savunan Özal, bu görüş doğrultusunda, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin su problemini çözmek için harekete geçmiştir. Bunun için Türkiye, Seyhan ve Ceyhan ırmaklarının suyunu paylaşmayı amaçlayan “Barış Suyu Projesi”ni hayata geçirmek istemiştir. Ancak bu yaklaşım herhangi olumlu bir sonuç vermemiştir.
4. Türkiye’ye ve Arap Birliği İlişkileri Hakkında Genel Bir Değerlendirme
Mısır’da Hür Subaylar Hareketi’nin gerçekleştirdiği darbenin ardından iş başına gelen Nasır, süreç içinde takip ettiği Batı karşıtı politikalar ile Arap dünyasında güçlü bir lider haline gelmiştir. Arap devletlerinin hemen hepsinde azımsanamayacak kadar çok sayıda taraftar bulan Nasır, bu gücün de etkisiyle Arap Birliği’ne yön veren başat aktör olmuştur. Nasır, Arap Milliyetçiliği ve bu kapsamda Arap sosyalizmini benimsemiş ve Arap toplumlarının monarşilerden kurtarılması hedefi ile hareket etmiştir. Bu hareket tarzı, monarşi ile yönetilen Arap ülkelerinin idarecilerinin Nasır’a karşı cephe almasına neden olmuş fakat Nasır sahip olduğu güç ile Mısır’ın Arap Birliği üzerindeki nüfuzunu muhafaza etmeyi başarmıştır.
Nasır’ın Sovyet Rusya ile yakın bir ilişki içinde bulunması ve Arap sosyalizminin en önemli temsilcisi haline gelmiş olması, Türkiye’nin özel anlamda Mısır ile genel anlamda ise Arap Birliği ile olan münasebetlerini olumsuz etkilemiştir. Daha önce ifade edildiği gibi, Türkiye’nin güvenlik odaklı bir dış politika çizgisini takip ederek ABD ve Batı dünyası ile yakınlaşmasına, Arap Birliği içinde en şiddetli tepkiler Mısır ile Mısır’ın müttefiki ve aynı zamanda Arap sosyalizmini benimsemiş bir başka devlet olan Suriye’den gelmiştir. Haliyle, Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyet Rusya’nın Türkiye ile Arap Birliği üyesi olan Mısır ve Suriye üzerinden çatıştıklarını söylemek de doğru olacaktır.
Arap Birliği’nin Soğuk Savaş dönemi genelinde Türkiye’ye karşı tepkisel bir politika içinde olduğu bilinmektedir. Türkiye’nin güvenlik odaklı bir politika takip ederek Batı Blokunun eksenine girmiş olması bu durumda ana etken olsa da, Arapların geçmişte Osmanlı hâkimiyeti altında yaşamış olmaları da bu yaklaşımın temellerini oluşturmaktadır. Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı dönemde şekillenen Arap Milliyetçiliği, başlangıçta Hristiyan Araplar arasında etkili olmuşsa da, özellikle I. Dünya Savaşı sırasında Müslüman Arapları etkisi altına alan bir harekete dönüşmüştür. Haliyle, Arap Milliyetçiliğinin mevcudiyeti, Osmanlı Devleti’nin karşısında yer almakla açıklanmalıdır. Bu durum Arap milliyetçiliğini benimsemiş devletlerin, Türkiye ile olan münasebetlerini de olumsuz etkilemiştir. Buna karşılık, Türk milletinin hafızasında, I. Dünya Savaşı esnasında patlak veren ve Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’dan tasfiyesi ile sonuçlanan Şerif Hüseyin isyanı olumsuz bir yer tutmaktadır. Nitekim Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren dönem dönem bu hadise, Türk kamuoyunda Araplarla ilgili meselelerde gündeme getirilmiştir.
Türkiye ve Arap Birliği arasındaki siyasi ilişkiler ise genel olarak; Türkiye’nin İsrail ile olan ilişkileri, Hatay meselesi etrafında Türkiye-Suriye anlaşmazlığı ve yakın dönemde Türkiye ile Irak ve Suriye arasında baş göstermiş olan su sorunu çerçevesinde şekillenmiştir.
Türkiye’nin İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olması Arap Birliği’nin tepkisini çekmiş ve Arap Birliği Türkiye’ye olan tepkisini, Kıbrıs konusunda Rumları destekleyerek göstermiştir. Türkiye’nin 1964’ten sonra Arap ülkeleri ile ilişkilerini düzeltmek için atmış olduğu adımlar Kıbrıs meselesi çerçevesinde karşılık bulmamıştır. Öyle ki, Arap Birliği ülkeleri, Kıbrıs Barış Harekâtı’nın karşısında yer aldıkları gibi, Barış Harekâtı’nın ardından bir zaruret olarak kuruluşu ilan edilmiş olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni de tanımamışlardır.
Hatay’ın Türkiye’ye katılması etrafında Türkiye ve Suriye arasında ortaya çıkan anlaşmazlık, Arap Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyen bir diğer meseledir. Suriye, 1946 yılında bağımsızlığını kazanmış ve Hatay Meclisi’nin 1939 yılında almış olduğu Türkiye’ye katılma kararını tanımadığını ilan etmiştir. Suriye, Hatay ile ilgili iddia ve taleplerini Arap Birliği toplantılarında ve uluslararası kamuoyunda ısrarla dile getirmiştir. Arap Birliği üyesi devletler bu konuda Suriye’yi destekleyerek Hatay’a Suriye’nin elinden alınmış bir toprak parçası olarak bakmışlardır. Haliyle bu mesele bir Türkiye-Suriye anlaşmazlığı olmaktan çok Türk-Arap anlaşmazlığı halini almıştır.
Türkiye’nin Fırat ve Dicle nehirlerine sahip olması, Suriye ve Irak ile su paylaşımı konusunda bir sorun yaşamasını da beraberinde getirmiştir. Irak ve Suriye, Fırat ve Dicle nehirleri için “sınırları aşan su” tanımlaması yaparak bu nehirlerin barındırdığı su potansiyeli üzerinde hak iddia etmişler ve Arap Birliği su sorunu konusunda bu iki devleti desteklemiştir. Nitekim Arap Birliği, bugün dahi Türkiye’nin sahip olduğu bu iki nehrin güvenliğinin, Arap milletinin güvenliği anlamına geldiği iddiasıyla hareket etmektedir.
5. Sonuç
Ortadoğu’nun kaderini olumsuz yönde etkileyen I. Dünya Savaşı’nın bir sonucu olarak Osmanlı Devleti Ortadoğu’dan tasfiye edilmiş ve bölge İngiliz- Fransız sömürgeciliği ile tanışmıştır. Bu sonucun ortaya çıkmasında en etkili gelişme ise şüphesiz Şerif Hüseyin İsyanı olmuştur. İngiltere ve Fransa, manda ve himaye sistemi altında bölgede çok sayıda Arap devleti kurmuşlar ve bu devletler arasında oluşturulan suni meselelerle uzun süre Arapların birlikte hareket etmelerine engel olmuşlardır.
1936 yılında Suudi Arabistan ve Irak arasında imzalanan anlaşma, Arapların birlikte hareket etmesi için önemli bir başlangıç noktası teşkil etmiş; fakat II. Dünya Savaşı yıllarına kadar Arapların siyasi bir teşekkül altında bir araya gelmeleri mümkün olmamıştır.
Arapların aralarındaki tüm anlaşmazlıklara rağmen üzerinde uzlaştıkları tek konu Filistin meselesi olmuştur. Nitekim II. Dünya Savaşı devam ederken Araplar Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasından endişe ederek birlikte hareket etmenin yollarını aramaya başlamışlardır. 1945 yılında bu kaygının bir ifadesi olarak Suudi Arabistan Kralı Abdülaziz, ABD Başkanı Roosevelt ile görüşmüş ve Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmayacağı yönünde söz almıştır. Ancak Roosevelt bu görüşmeden kısa bir süre sonra hayatını kaybetmiş ve değişen ABD yönetimi, Roosevelt’in Araplara verdiği sözü dikkate almamıştır.
Abdülaziz, Roosevelt ile görüştükten sonra Suudi Arabistan, Suriye, Mısır, Irak, Lübnan, Ürdün ile Kuzey Yemen’in ve Filistinli Arapların temsilcileri, Kahire’de bir araya gelmişler ve gerçekleştirdikleri toplantı sonucunda 22 Mart 1945 tarihinde Arap Birliği’ni kurmuşlardır.
Arap Birliği, Arap devletlerinin uluslararası alanda birlikte hareket etmelerini ve birbirlerini korumalarını sağlamak amacı ile kurulmuştur. Örgüt bu konuda tutarlı davranmış ve Arapları ilgilendiren meselelerde uluslararası kamuoyunu etkileyecek şekilde çalışmalar gerçekleştirmiştir.
Türkiye’nin Arap Birliği ile olan ilişkileri, takip ettiği Batı eksenli dış politika ile izah edilmelidir. Nitekim Türkiye Soğuk Savaşın başlangıcından itibaren Sovyet Rusya’nın yayılmacı politikaları karşısında Batı Blokunun doğal bir üyesi haline gelmiştir. Türkiye’nin 1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olması ve 1952’de Nato’ya katılmış olması, Arap Birliği ülkeleri ile olan münasebetlerini olumsuz etkilemiştir. Arap Sosyalizmini benimsemiş olan Mısır ve Suriye ile Türkiye arasındaki gerginlik Türkiye ve Arap Birliği arasında sağlıklı bir ilişki kurulmasını imkânsız hale getirmiştir.
Türkiye, 1964’ten sonra Kıbrıs konusundan Arapların desteğini almak için İsrail ile olan ilişkilerini gözden geçirmek zorunda kalmış ve Filistin meselesine yaklaşımını Arap Birliği ile aynı noktaya getirmiştir. Ancak bu durum Arap Birliği’nin Türkiye’ye olan genel bakışında bir değişikliğe neden olmamıştır. Türkiye, 1980’den sonra ise benimsediği liberal ekonomi doğrultusunda Arap Birliği üyesi ülkeler ile olan münasebetlerine ticari bir mahiyet kazandırmak istemiştir. Ancak Türkiye’nin bu arzusu, aynı dönemde baş gösteren PKK terörünün sınır komşuları tarafından desteklenmesi ile zaafa uğramıştır.
Tarihsel süreç içinde, Türkiye ile Arap Birliği arasında karşılıklı güvene dayanan rasyonel bir ilişki geliştirilemediği anlaşılmaktadır. Ancak bu durumu sadece Türkiye’nin takip ettiği güvenlik politikası ile izah etmek hatalı bir yaklaşım olacaktır. Bu dönemde Arap devletlerinin etkisi altında oldukları Arap Milliyetçiliği anlayışının, Osmanlı Devleti zamanında Ortadoğu’ya hâkim olan Türk idaresine karşı şekillenmiş olması, haliyle Arap devletlerinin Türkiye’ye bakışını olumsuz yönde etkileyen psikolojik bir unsur olmuştur.
***Bu yazı, yazarı tarafından 28-30 Ekim 2019 tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen Cumhuriyet Zirvesi 2. Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi’nde sunulmuş bildiri metnidir.
6.Kaynakça
AKYOL, Cansel Poyraz, “Arap Devletleri Ligi, Orta Doğu ve Bölge Dengeleri Üzerine Etkisi”, Akademik Bakış, Cilt: 11, Sayı: 21, Yıl:2017, ss. 277-302.
ARI, Tayyar, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Ortadoğu ve Körfez Ülkelerine Yönelik Dış Politikaları (Kuruluştan Günümüze)”, Türk Dış Politikası (Cumhuriyet Dönemi) (Editör: Mustafa Bıyıklı), Gökkubbe Yayınları, İstanbul 2008.
AYDIN, Mehmet Korkud, “Ortadoğu’da İdeolojiler, Kimlikler ve Kuruluşlar”, Türkiye Ekseninde Ortadoğu (19118-19919, Olaylar, İdeolojiler ve Kimlikler, (ed. Mehmet Korkud Aydın), Berikan Yayınları, Ankara 2019, ss. 41- 164.
AYDIN, Mehmet Korkud, “Ortadoğu’da Soğuk Savaş Döneminde Yaşanan Siyasi Gelişmeler ve Krizler”, Türkiye Ekseninde Ortadoğu (19118-19919, Olaylar, İdeolojiler ve Kimlikler, (ed. Mehmet Korkud Aydın), Berikan Yayınları, Ankara 2019, ss. 221-348.
DEMİR, Yeşim, “1960-1980 Dönemi Türk- Arap Ekonomik İlişkileri”, Dokuz Eylül Üniversitesi Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 18-19, Yıl: 2009, ss. 209-227.
DÖNMEZ, Gökhan, “Arap Birliği: Siyasi ve Hukuki Niteliği”, D.E.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:17, Sayı:1 ss. 171-208,s. 197
DÖNMEZ, Gökhan, “Arap Birliği: Sİyasi ve Hukuki Niteliği”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 17, Sayı:1, Yıl: 2015, ss.171-208.
EMİNOĞLU, Ayça, “Tarihsel Süreçte Türkiye İsrail İlişkilerinin Değişen Yapısı”, Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 15, Yıl: 2016, ss. 89-106.
ERDEN, Ömer, “II Dünya Savaşı Sonrası Sovyet Rusya’nın Boğazlarla İlgili Talepleri”, Uluslararası Sosyal Araştırmaları Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 34, Yıl: 2014, ss. 256-268.
GÖZEN, Ramazan, “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası: Gelişimi ve Etkenleri,” Türkler Ansiklopedisi, Cilt: 17, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, ss. 237-259.
İHSANOĞLU, Ekmeleddin, “Arap Ligi”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt:3, İstanbul 1991, ss. 325.
İPEKÇİ, Abdi, “İslam Zirvesi ve Türkiye”, Milliyet, 19 Eylül 1969
KALYON, Levent, “Truman Doktrini Üzerine Bir Analiz”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 11, Yıl: 2010, ss. 7-26.
KARAMAN, M. Lütfullah, “Filistin Kurtuluş Örgütü”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 13, İstanbul 1996, ss. 103-106.
LÜLECİ, Mervenur, “Suudi Arabistan ve Ortadoğu’daki Varlik Mücadelesi” İnsamer Analiz, s. 5 ; https://insamer.com/rsm/files/SUUDI-ARABISTAN-VE-ORTADOGUDAKI-VARLIK-MUCADELESI.pdf.
ÖZKAN, Mehmet, “Mısır Dış Politikasında Filistin ve Bölgesel Yansımaları”, Akademik Ortadoğu, Sayı:7, Yıl: 2009, ss. 81-101.
ŞENEL, Burak, “İsrail Devleti’nin Kuruluşunda Türkiye’nin İsrail’i Tanıma Süreci”, Akademik Orta Doğu, Cilt: 9, Sayı: 1, 2014, ss. 157-178.
SIEGMAN, Henry, “Arab Unity and Disunity”, Middle East Journal, Cilt: 16, Sayı: 1, Yıl: 1962, ss. 48-59.
SİNKAYA, Bayram, “Geçmişten Günümüze Türkiye’nin Ortadoğu Politkası ve Batı Etkisi”, Adam Akademi, 2011/1, ss. 79-100.
SIRIM, Veli, “Türkiye- Orta Doğu Ülkeleri Arasındaki İlişkilerde Filistin Meselesinin Yeri”, Anemon Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 1, Yıl: 2019, ss. 355-374.
SIRIM, Veli, “Türkiye’nin Ortadoğu Ülkeleriyle Ekonomik İlişkilerinin Gelişmesinde Kıbrıs Meselesinin Rolü”, FSM İlmi Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, Sayı: 12, Yıl: 2018, ss. 75-107.
YAVUZ Hulusi, “Abdülaziz b. Suud”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt:1, İstanbul 1988, ss. 194-195.
YILDIRIM, Yasin, Orta Doğu Politikaları Özelinde Türk Dış Politikasında Değişim; Turgut Özal Dönemi (1983-1989), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Gelişim Üniversitesi, İstanbul 2018.