
ABD ile Çin arasındaki ekonomik rekabet, 21. yüzyılın en kritik güç mücadelelerinden biridir. Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin küresel ekonomideki liderliği, Çin’in hızlı yükselişiyle ciddi bir imtihanla karşılaşmıştır. Bu rekabet, ticaret politikalarından teknoloji yarışına, yatırım stratejilerinden küresel pazarlardaki nüfuz mücadelesine kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. Her iki ülkenin ekonomik hamleleri, yalnızca kendi sınırlarını değil, uluslararası ticaret sistemini ve güç dengelerini de yeniden şekillendirmektedir.
Rekabetin Tarihsel Temelleri
ABD ile Çin arasındaki ekonomik rekabetin kökenleri, Çin’in 1978’de Deng Xiaoping liderliğinde başlattığı reform ve dışa açılma politikalarına dayanmaktadır. Bu süreç, Çin’i tarım ağırlıklı bir ekonomiden küresel bir üretim merkezine dönüştürmüştür. Ancak asıl dönüm noktası, Çin’in 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) katılmasıyla yaşanmıştır. DTÖ üyeliği, Çin’in uluslararası piyasalara entegrasyonunu hızlandırmış ve ihracat odaklı büyüme modelini güçlendirmiştir. 2000’de 249 milyar dolar olan Çin’in ihracatı, 2010’da 1,58 trilyon dolara yükselmiş; bu rakam, 2023’te 3,5 trilyon dolara ulaşmıştır. Bu dönemde Çin, “dünyanın fabrikası” unvanını kazanarak, ucuz iş gücü ve ölçek ekonomisiyle ABD’nin sanayi üstünlüğünü tehdit etmeye başlamıştır.
ABD ise bu yükselişe başlangıçta temkinli bir iyimserlikle yaklaşmıştır. 1990’larda ve 2000’lerin başında, Çin’in ekonomik büyümesi, Amerikan şirketleri için hem bir pazar hem de düşük maliyetli üretim fırsatı olarak görülmüştür. Ancak 2010’lara gelindiğinde, Çin’in sadece bir tedarikçi değil, aynı zamanda rakip bir güç haline geldiği anlaşılmıştır. Çin’in GSYİH’si, satın alma gücü paritesine göre 2014’te ABD’yi geçmiş, 2023’te 30 trilyon dolara ulaşarak dünyanın en büyük ekonomisi olmuştur. Nominal GSYİH’de ise ABD, 2024 itibarıyla 27 trilyon dolarla önde kalsa da, Çin’in 19 trilyon dolarlık ekonomisi, aradaki farkın hızla kapandığını göstermektedir.
Ticaret Savaşına Etki Eden Gelişmeler
ABD ile Çin arasındaki ticaret açığı, rekabetin en görünür göstergelerinden biridir. 2024’te ABD’nin Çin’den ithalatı 560 milyar doları bulurken, ihracatı yalnızca 185 milyar dolarda kalmıştır; bu, 375 milyar dolarlık bir açığa işaret etmektedir. Bu dengesizlik, ABD’de sanayi kaybına ve işsizlik endişelerine yol açarken, Çin’in ihracat odaklı büyümesini desteklemiştir. Trump yönetimi, 2018’de Çin mallarına 550 milyar dolarlık gümrük tarifesi uygulayarak bu açığı kapatmaya çalışmış; Çin ise 185 milyar dolarlık ABD ürününe misilleme yapmıştır. Biden dönemi, bu tarifeleri kısmen sürdürmüş ancak daha sistematik bir yaklaşım benimsemiştir. Çin’in ise DTÖ kurallarını esnettiği ve devlet sübvansiyonlarıyla haksız avantaj sağladığı yönündeki ABD iddiaları, rekabetin gerginliğini artırmaktadır.
Teknoloji, ekonomik rekabetin en stratejik alanıdır. Çin’in Huawei gibi şirketlerle 5G altyapısında lider konuma gelmesi ve yapay zeka yatırımları (2023’te küresel AI pazarının %30’u Çin kontrolündedir), ABD’yi harekete geçirmiştir. ABD, 2019’da Huawei’ye yaptırımlar uygulamış, 2022’de ise Çip ve Bilim Yasası’yla 52 milyar dolarlık yatırımla yarı iletken üretimini güçlendirmiştir. Çin ise bu yaptırımlara karşı kendi çip endüstrisini geliştirmiş, 2024’te yerli yarı iletken kapasitesini %40 artırmıştır. Bu yarış, yalnızca ekonomik değil, ulusal güvenlik boyutlarıyla da kritik hale gelmiştir; zira çip teknolojisi, savunma sistemlerinden tüketici elektroniğine kadar her alanda belirleyicidir.
Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” girişimi, 2013’ten beri 1 trilyon doları aşan altyapı yatırımlarıyla Afrika, Asya ve Latin Amerika’da etkisini artırmıştır. Örneğin, 2023’te Çin, Afrika’daki liman ve demiryolu projelerine 50 milyar dolar harcamış, bu da ABD’nin geleneksel nüfuz alanlarını zorlamıştır. Buna karşılık ABD, Biden döneminde “Build Back Better World” (B3W) girişimiyle 40 milyar dolarlık bir alternatif sunmuş, ancak bu proje Çin’in ölçeğine yetişememiştir. Çin’in bu hamleleri, gelişmekte olan ülkelerde borç bağımlılığı yarattığı gerekçesiyle eleştirilse de, küresel ticaretteki ağırlığını pekiştirmektedir.
Çin’in yeşil enerji alanındaki liderliği, ekonomik rekabetin bir diğer boyutudur. 2024’te küresel güneş paneli üretiminin %80’ini ve elektrikli araç bataryalarının %60’ını Çin kontrol etmektedir. ABD ise fosil yakıtlara (petrol ve doğal gaz) bağımlılığını sürdürmekte, yenilenebilir enerjideki yatırımları (2023’te 90 milyar dolar) Çin’in gerisinde kalmaktadır. Bu durum, hem çevresel hem de ekonomik üstünlük açısından Çin’e avantaj sağlamaktadır.

Rekabetin Küresel Ekonomiye Yansımaları
ABD ve Çin arasındaki ekonomik rekabet, küresel sistem üzerinde önemli etkiler yaratmaktadır. Öncelikli olarak, ticaret savaşları ve korumacı politikalar, uluslararası tedarik zincirlerini kesintiye uğratmaktadır. Örneğin, 2018-2020 arasındaki tarifeler, küresel ticaret hacmini %1,5 oranında düşürmüş; bu, özellikle Avrupa ve Asya’daki ihracatçı ülkeleri etkilemiştir. İkinci olarak, teknolojik ayrışma (decoupling) tehdidi, firmaları ya ABD ya da Çin ekosistemini seçmeye zorlamaktadır. Apple gibi şirketler, üretimlerini kısmen Vietnam ve Hindistan’a kaydırsa da, Çin’in üretim kapasitesinden vazgeçmek kısa vadede mümkün görünmemektedir. Üçüncü olarak, gelişmekte olan ülkeler bu rekabette bir taraf seçme baskısıyla karşı karşıyadırlar.
Bu rekabetin uzun vadeli sonuçları ise belirsizdir. Eğer ABD ve Çin ekonomileri tamamen ayrışırsa, dünya iki ekonomik bloka bölünebilir: ABD liderliğinde dolar temelli bir sistem ve Çin’in yuanı uluslararasılaştırdığı bir alternatif. Ancak bu senaryo, küresel ekonomide istikrarsızlığa yol açabilir. Zira 2023’te küresel ticaretin %40’ı ABD ve Çin arasındaki akışlara dayanmaktadır. Öte yandan, rekabetin teknoloji ve yenilik alanında hızlanması, insanlık için yeni fırsatlar doğurabilir; fakat bu kazanımların hangi ülkenin kontrolünde olacağı, güç dengelerini belirleyecektir.
ABD ve Çin arasındaki ekonomik rekabet, yalnızca iki ülke arasındaki bir çekişme değil, küresel ekonominin geleceğini şekillendiren bir mücadele olarak öne çıkmaktadır. Çin’in üretim gücü, teknolojik atılımları ve küresel yatırımları, ABD’nin geleneksel üstünlüğünü sorgulatırken; ABD’nin finansal sistemi, inovasyon kapasitesi ve ittifak ağı hâlâ ciddi bir avantaj sunmaktadır. Bu rekabet, ticaret savaşları ve teknolojik yarışlarla kısa vadede sertleşse de, uzun vadede her iki ülkenin birbirine bağımlılığı, tam bir kopuşu zorlaştırmaktadır. Yine de, bu mücadelenin seyri, uluslararası ticaretin kurallarını, teknolojik standartları ve küresel güç dengelerini yeniden tanımlayacaktır.